14 Nisan 2017 Cuma

Hayvan Sevgisinin Cocuk Gelisimine Etkisi


Hayvan sevgisi, çocukların ruhsal ve zihinsel gelisimini hızlandırır. Doğaya karşı duyarlı birer birey yapar. Ozellikle evde beslenilen hayvanlar tum aile bireylerinin yani sira ozellikle de cocuklarin gelisimi uzerinde cok etkilidir.



Cocuklar hayvanlarla etkilesime girdiklerinde; onlarin bakimini ve beslenmesini ustlenerek sorumluluk sahibi olmayi ogreniyorlar. Zamani kullanmayi ogreniyorlar. Temiz havada onlarla birlikte yuruyuse cikarak gunluk egzersizlerini yapiyorlar. Hayvanlarla ilgili arastirma yaparak hem bilgi sahibi olup merakini gideriyorlar, hem de farkli hayvanlari tanima sansi elde ediyorlar. Boylece insanlar disindaki diger canlilari taniyip saygi duymayi ogreniyorlar. Ayrica cocuklar, eve alinan hayvanlara (kus yuvasi, kopek klubesi, kedi evi gibi...)yer yada yuva yapmak icin aile bireylerine yardimci olurken, el becerilerini ve yaratici gucunu de gelistirmis oluyorlar. Kosulsuz sevmeyi, empatiyi, merhameti ve sadakati ogreniyorlar. Evde yasayan hayvanlarla telepatik konusmayi ve gozlem yapmayi ogreniyorlar. Sokakta yasayan hayvanlara merhametli olmayi ogreniyorlar.

Hayvanlarla zaman geciren cocuklar hem daha zeki oluyorlar hem de insanlarla iletisimleri kolay oluyor. Okulda ve arkadaslariyla iliskilerinde daha basarili oluyorlar. Cocuklar cok hareketli ve enerjiktir. Bu enerjiyi bedenden atmazlarsa hiperaktif olurlar. Iste gunluk biriken bu enerjilerini evdeki hayvanlarla oynayarak harcayabiliyorlar. Boylece etrafta kosusturup, oyun oynamak icin aile buyuklerine yalvarmak zorunda da kalmiyorlar. Cunku hayvanlarin arkadasligi onlara yeterli oluyor. Ozellikle tek cocuklu ailelerde evde hayvan bulundurmak o cocugun gelisimi icin daha da onemlidir.

Insanlar hayvanlara dokunarak gunluk streslerini atip rahatlayabilirler. Kedi miriltisinin insanlardaki stresin giderilmesinde cok etkili oldugu uzun zamandir bilinmektedir. Cogu hayvan sahipleri, rahatlatici oldugu icin evdeki hayvanlarin kendi yataklari ustune uyumalarina izin verirler. Ozellikle kediler tam birer yatak dostudur.....Yastiginizin bas ucunda yada ayaklarinizin uzerinde uyumaya bayilirlar..Dogal terapi..

Artik kopekler, medical amacli tamamen doktor tavsiyeli, terapi icin kullanilmaya baslandi.
                                                                                                                
                                                                                                     
Gelismis ulkelerde; depresyon geciren insanlara, yalniz yasayan yaslilara veya hastanede yatan agir hastalara; stresi gidermesi, terapi yapmasi icin ozel egitimli terapi kopekleri verilmektedir. Bu kopekler 24 saat verildigi kisi ile her yerde bulunmak zorundadir. Ucakta, is yerinde, lokantada, hastanede..vs...



Hayvanlar Otizmi Olan Cocuklar Icin Cok Yararlidir
Arastirmalar otizmi olan cocuklarin, bir hayvanla vakit gecirdikten sonra, sosyal gelisiminde onemli ilerlemeler oldugunu gostermistir. Bazi ulklerde otistik cocuklara hizmet eden servislerde terapi kopekleri bulundurulmaktadir. Bu kopeklerle zaman geciren cocuklarda onemli degisimler gozlemlenmistir.


Travmatik bir deneyim yasayan, sevilen bir aile bireyini kaybeden, aile krizi yasayan cocuklarin ruhsal tedavisinde terapi kopeklerinin cok faydasi gorulmustur. Sadece cocuklarda degil yetiskinlerde de faydasi gorulmustur. Bu yuzden artik bircok rehabilitasyon merkezinde, yaslilar evinde ve destek gruplarinda hayvanlardan yararlanilmaktadir.

Hayvanlar cocuklarin okuma uygulamalarini gelistirir.
Hayvanlar evde ve okulda harika okuma arkadaslari olurlar. Bazi okullarda aileleri, okuma zamanlarinda evdeki kopeklerini getirmesi icin tesvik eden programlar bile vardir. Cocuklar evdeyken okumalarini buyuklere yapmak yerine hayvanlarina yada oyuncak hayvanina yapmakda daha rahatlar.

Cocuklar evcil hayvanlariyla etkilesime girdiklerinde; televizyon, telefon, ipad ya da bilgisayar ekranlarina takili kalmiyorlar. Boylece gereksiz bircok zararli programin etkisinden korunuyorlar. Kopeklerle gezintiye cikarken fiziksel egzersiz yaparak daha saglikli oluyorlar. Gunes, temiz hava ve dogadan yararlaniyorlar.

Hayvanlar cocuklara harika birer yatak dostu, dayanacagi sicak bir omuz olabilir. Ama evinize bir hayvan almadan once cok detayli dusunmeniz gerekir. Eviniz bu dosta uygunmu, bakimi icin neler yapilmasi gerekiyor? Veteriner masraflarini ve beslenmesini karsilayabilecek misiniz? Tatillere giderken onu birakabileceginiz guvenli bir yer varmi? Butun bunlari gozden gecirip ona gore karar verin. Bu kosullariniz uygun degilse kus, balik, kaplumbaga gibi bakimi daha kolay olan dostlar tercih edilebilir. Cunku eve bir hayvan alip bir kac ay sonra sokaga yada barinaklara terketmek de cok yanlistir. Bu davranis hem o hayvana hem de cocugunuza buyuk zarar verir. Cocugunuza iyi bir ornek olmaniz gerekirken, bu davranisinizla hayvanlarin veya insanlarin zor anlarda kolayca terkedilebilecegini sizden ogrenmis olurlar. Merhametsizlesirler.

Ozellikle gelismemis ulkelerde hayvanlara karsi olan kotu tutumlar cok uzucudur. Ulkemiz de onlardan biridir. Hayvanlari sadece insanliga hizmet icin var oldugunu sananlar bilsin ki, onlar en az bizim kadar yasamayi hak eden canlilardir. Kendi evrimlesmesi icin burdalar. Bize hizmet icin degil. Onlardan sevgiyi ve sadakati ogrenmeye ihtiyacimiz var.

Bu guzel dostlarimizi korumalı, imkanımız varsa sahiplenmeliyiz. Evimize alamıyorsak da, dışarda besleyebiliriz veya barınaktaki bir hayvanın bakımından sorumlu olabiliriz. Bir hayvanın gözünün içine bakarsanız, aslında onların da duyguları olduğunu anlarsınız. O yüzden onları incitmeyelim ve çevremizdekileri bu konuda bilinclendirelim. Hayvanlar, insanlar ve bitkiler doğadaki gelişmenin bir parçasıdır. Birinde olan bir acı yada kıyım, bir digerinide etkiler. Bundan tüm yaşam ve evren de etkilenir.


Sevgiler!
Aasmaestefan@gmail.com



Bu konuda yararli buldugum bazi linkler:
http://www.aktuelpsikoloji.com/hayvanla-otizm-terapisi-3224h.htm

http://www.mihav.com/forum/guncel/otistik-cocuklar-egitim-merkezinde-hayvanlarla-terapi-11481/

http://www.patiliyo.com/evcil-hayvanlar-cocuklar/




13 Nisan 2017 Perşembe

Olum Aninda Gorulenler

Bu yaziyi, bircok verilerimle uyusuyor diye paylasmak istedim. Asagidaki linkten orijinali okunabilir.

https://www.hacialibayram.com/olum-aninda-gorunenler/

Melen Thomas Benedict 1982 yılında ölümden dönme deneyimi yaşamış bir sanatçıdır. Kanser hastalığından dolayı ölmüş ve bir buçuk saatten fazla ölü olarak kalmıştır. Ölüm anında bedeninden yükselmiş ve ışığın içine girmiştir. Evrene duyduğu merakı nedeniyle varoluşun derinliklerine götürülmüş; hatta büyük patlamanın gerisindeki enerji boşluğu, hiçliğe kadar. Bu yaşadığı deneyim esnasında ruh göçü ile ilgili çok büyük miktarda bilgi edinme imkanı bulmuş ve bu yaşadığı ölüm deneyiminden geri dönüşünde bazı bilimsel buluşları da beraberinde getirmiştir.

Bay Benedict; hücresel iletişimin mekaniği ve Quantum Biyoloji denen ışığın hayat ile olan ilişkisinin araştırmalarına da karışmıştır. Bu araştırma biyolojik sistemlerin nasıl çalıştığı konusuna dramatik yeni bir bakış açısı getirmiştir. Bay Benedict canlı hücrelerin yüksek hızlı şifa ve diğer başka şeylerden kaynaklanan ışık uyarılarına süratle cevap verdiğini tesbit etmiştir. O bir araştırmacı ve 6 tane patent sahibi bir mucit ve konuşmacıdır.

Bay Benedict’in yaşadığı deneyimi onun izni ile burada sizlerle paylaşıyorum.

"1982 yılında kanserden dolayı öldüm. Ameliyat edilemeyecek durumdaydım ve bana verilecek her kemoterapik ilaç beni daha çok bitkiselleştirecekti. 6-8 ay ömrüm kaldığı söyleniyordu. 1970 li yıllarda bir bilgi ve haber manyağı idim, nükleer kriz, çevreyle ilgili kriz ve benzerlerinden dolayı sürekli artan bir umutsuzluk içerisinde idim. Ruhsal bir temelim olmadığından tabiatın bir hata yaptığını ve biz insanların gezegen üzerindeki bir çeşit kanser organizması olduğumuza inanıyordum. Gezegen ve kendimiz için yarattığımız bu problemlerden herhangi bir çıkış yolu göremiyordum. Tüm insanları kanser olarak algılıyordum ve işte bende onu oldum. Beni öldüren de bu oldu.

Dünya görüşünüz konusunda çok dikkatli olun, size geri yansıyabilir; özellikle negatif bir dünya görüşü ise. Benim kesinlikle negatif bir dünya görüşüm vardı. (zihninize düşen kötümser fikirleri senaryo haline getirip,filmini çekmeye kalkışmayın) İşte beni ölüme götüren bu oldu.

Tüm alternatif tedavi metotlarını denedim fakat hiçbir şey fayda etmedi. Artık kabul ettim ki bu yalnızca ben ve Tanrı arasında bir mesele. Daha önce Tanrı ile hiç yüzleşmemiştim hatta hiç ilgilenmemiştim bile. Herhangi bir ruhsal konu ile ilgili hiçbir ilgim de yoktu fakat ruhsal ve alternatif tıp konularında bilgi edinmek için bir yolculuğa başlamıştım. Konu ile ilgili bulduğum bütün kitapları okuyordum ve detaya iniyordum çünkü öbür tarafta sürpriz ile karşılaşmak istemiyordum. Böylece çeşitli dinler ve felsefeler ile ilgili okumaya başladım. Hepsi de çok ilginçti, öteki tarafta bir şeyler olduğu konusunda ümit veriyorlardı.

Öte yandan kendi kendinin patronu olan bir vitray sanatçısı olduğumdan hiç sağlık sigortam yoktu. Bütün birikimlerim testler için bir gecede gitti. Sağlık uzmanlığı ile sigortasız olarak karşı karşıya kaldım. Ailemin finansal çöküş yaşamasını istemediğim için bu konuyu kendim hallettim.
Sürekli ağrım yoktu fakat zaman zaman kendimden geçiyordum. Araba sürmeye cesaret edemeyecek duruma geldim ve en sonunda tıbbi bakıma alındım. Kişiye özel bir hasta bakıcım vardı. Son günlerimde benimle olan bu melek tarafından kutsanmıştım. 8 ay sürdü. Çok fazla ilaç almak istemedim çünkü mümkün olduğu kadar bilinçli olmak istiyordum. Daha sonra öyle bir ağrı deneyimi yaşadım ki sanki tüm bilincim ağrı oldu. Şanslıydım ki her seferinde sadece bir kaç gün sürüyordu.


Bir gün sabah saat 4.30 da uyandığımı hatırlıyorum ve artık biliyordum ki bu gün o gündür. Bu gün ölecektim. Bazı arkadaşları çağırdım ve onlarla vedalaştım. Uyanıp hasta bakıcımı çağırdım ve onunla özel bir anlaşma yaptım; öldüğüm zaman vücudumu 6 saat yalnız bırakacaktı. Bunu istemekteki nedenim öldüğüm zaman birçok ilginç olaylar olduğunu çeşitli kaynaklarda okumuş olmamdı. Tekrar uykuya daldım. Ondan sonra hatırladıklarım tipik bir ölümden dönme deneyiminin başladığıdır. Aniden tam farkındalığa ulaştım ve ayağa kalktım, fakat vücudum yataktaydı. Etrafımda bir çeşit karanlık vardı. Vücudumun dışında olmam olağan deneyimlerden çok daha canlı idi. O kadar canlı idi ki evdeki tüm odaları görebiliyordum, evin damını görebiliyordum, etrafını görebiliyordum hatta evin altını bile görebiliyordum. Parlayan bir ışık vardı. Işığa doğru döndüm. Işık ölümden dönme deneyimi yaşayan diğer insanların anlattığı gibi idi.
Muhteşemdi, somuttu, gerçekti onu hissedebiliyordunuz.
Cazipti, çekiciydi; anne ve babanızın kollarına gider gibi ona gitmek isterdiniz.

Işığa doğru gitmeye başladığımda sezgisel olarak biliyordum ki eğer ona ulaşırsam artık ölecektim. İşte bu nedenle ışığa doğru gitmeye devam ederken “lütfen bir dakika bekle, sadece bir an için orada dur “dedim.
Bana büyük bir sürpriz olarak tüm deneyim aniden durdu.
Siz aslında ölümden dönme deneyiminin tam kontrolüne sahipsiniz. Bir lunapark treninin üzerinde kaymıyorsunuz. Talebim onurlandırıldı ve ışıkla bir miktar diyalog yaptım. Işık sürekli değişik şekiller alıyordu örneğin;
İsa, Buda, Krişna, Mandalalar (kutsal şekiller ), meleksi görüntüler ve işaretler.
—Burada neler oluyor, lütfen ışık kendini bana tanıt, durumun gerçekliğini bilmek istiyorum ”
diye, ışığa seslendim
– Tam kelimeleri söyleyemeyeceğim çünkü bir çeşit telepati idi. Işık cevap verdi.
Bana aktarılan cevaba göre ışıktan gelen cevaplar sizin inancınıza göre şekillenir. Eğer bir Budist veya katolik iseniz veya tutucu biri iseniz kendi inançlarınızdan oluşan bir cevap alırsınız.
Bunlara bir bakıp inceleme fırsatınız var fakat birçok insan bunu yapmaz.
Işık kendini bana açtı, sonra aslında gördüğümün yüksek benliğimizin matriksi olduğunun farkına varmaya başladım.
Size tek söyleyebileceğim onun bir neticeye döndüğüdür, insan ruhunun mandalası, gördüğüm bizlerin yüksek benliklerimiz, bir matrixtir.
Aynı zamanda kaynağa kaptır, her birimiz direk olarak kaynaktan gelen direkt deneyimleriz.
Hepimizin yüksek benlikleri var, varlığımızın ruh üstü parçaları. O bana kendisini en gerçek enerji formunda açtı.
Onu tek tanımlayabileceğim yöntem yüksek benlik varlığı daha ziyade bir kap gibidir.
Hiç öyle görünmemesine rağmen o hepimizin sahip olduğu kaynağa direk bir bağlantıdır.
Bizler kaynağa direkt olarak bağlıyız.
Aslında ışık bana yüksek benlik matriksini gösteriyordu.
Ve tüm yüksek benliklerin tek bir varlık olarak bağlı oldukları gerçeğini net olarak anladım.


Tüm insanlar aslında aynı varlığız.
Aynı varlığın değişik cepheleriyiz.
Herhangi bir dine vaad edilmemiştir.
Bana bildirilen işte buydu.

Ve o insan ruhlarının mandalasını gördüm. Bu sanki her zaman istediğimiz tüm sevgiydi, bu her şeyi iyileştiren sevgiydi, şifa veren ve yenileyen. Ben ışıktan bana açıklamaya devam etmesini istedikten sonra yüksek benlik matriksini daha iyi anlamaya başladım.

Biz gezegen etrafında bir birine bağlı yüksek benliklerin bulunduğu bir ağa sahibiz. Bu aynı büyük bir şirket gibi, çevrenizdeki bir sonraki süptil enerji alanı, diyebilirsiniz ki bir ruhsal seviye. Birkaç dakika sonra daha fazla açıklama talebinde bulundum. Gerçekten evrenin ne ile ilgili olduğunu öğrenmek istiyordum ve her şey için hazırdım ve dedim ki
‘’BEN HAZIRIM, BENİ AL ”
İşte o zaman ışık bu güne kadar gördüğüm en güzel şeye dönüştü.
Bu gezegendeki ruhların mandalası. Şimdi benim negatif görüşlerimden dolayı gezegenimizin başına geleceğini düşündüğüm konulara sıra gelmişti. Böylece ışıktan beni daha da aydınlatmasını diledim. O muhteşem mandala içerisinde bizim özümüzün, çekirdeğimizin ne kadar güzel olduğunu gördüm.


Bizler en güzel yaratılışlarız.
İnsan ruhu, bizlerin birlikte yarattığımız insan matriksi kesinlikle muhteşemdir, zariftir, egzotiktir.
Sizlere benim insanlarla ilgili görüşlerimin o anda ne kadar değiştiğini anlatmama kelimeler yetmez.
Dedim ki;
Aman Tanrım bizlerin bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum
Hangi seviyede olursanız olun, ister yüksek, ister alçak; hangi şekilde isterseniz olun sizler en güzel yaratılışlarsınız
Ruhta herhangi bir kötülük olmadığını şaşkınlık içerisinde fark ettim.
—Bu nasıl olabilir” dedim.
Cevap;
– “
Hiçbir ruhun doğasında kötülük yok. İnsanların başına gelen korkunç olaylar onlara kötü şeyler yaptırır; ama ruhları kötü değildir. ”
ve ışık bana dedi ki;
insanların aradığı ve onların varlığını destekleyen sevgidir. İnsanları saptıran sevgi eksikliğidir”
Işıktan arka arkaya gelen açıklamalar sürecek gibiydi ki
—Bütün bunlar insanlığın kurtarılacağı anlamına mı geliyor ” diye bir soru sordum. Sonra bir ışık sarmalı yağmurunda patlayan trampet gibi büyük ışık konuştu
“Bunu her zaman hatırla ve hiç unutma;
siz kendinizi kurtarır, bağışlar ve iyileştirirsiniz. Bu her zaman böyle idi ve her zaman böyle olacak. Siz dünyanın başlangıcından önce tüm bunları yapacak güce sahip olarak yaratıldınız.”
İşte o anda daha da farkına vardım ki;
BİZLER HALİ HAZIRDA KURTARILMIŞTIK.
Biz kendimizi kurtarmıştık çünkü Tanrının geriye kalan evrenleri gibi, bizler de kendimizi düzeltecek şekilde tasarlanmıştık. İşte ikinci geliş bununla ilgili idi. Tüm kalbimle tanrının ışığına teşekkür ettim. Yapabileceğim en iyi şey bu basit kelimeler ile ifade ettiğim şükran duyguları idi.
“Sevgili Tanrım, sevgili evren, sevgili büyük öz, ben hayatımı seviyorum”
Işık sanki beni daha da derinlere çeker gibi solukladı. Sanki ışık beni tamamen emiyordu. Bu ışık sevgi bağım bile hala tarif edilemezdir. Farklı bir gerçekliğe girdim, öncekinden çok daha bilge ve derin, daha başka ve fazla şeylerin farkına vardım, çok daha fazla. O muazzam bir ışık akıntısı idi; çok geniş ve dolu; hayatın kalbinin derinlerinde. “Bu ne ?” diye sordum.
Ve ışık cevap verdi “BU HAYAT NEHRİDİR, BU KUDRET SUYUNDAN KALBİNİN ÖZÜNE İÇ” . Öyle yaptım. Bir büyük yudum aldım; bir tane daha aldım. Hayatın kendinden içmek; müthiş bir coşku içindeydim.
Sonra ışık dedi ki;
” senin bir dileğin var”
Işık benimle ilgili her şeyi biliyordu; tüm geçmiş, şimdi ve geleceği.
“Evet” diye fısıldadım. Ve evrenin geri kalanını görmek istedim; güneş sistemimizin ötesini, tüm insanlık illüzyonunun ötesini.
Işık bana istersem akıntı ile gidebileceğimi söyledi. Ben de öyle yaptım ve ışık içerisinde tünelin ucuna taşındım. Bir dizi hafif ses patlamaları duydum ve hissettim. Ne acele. Aniden fark ettim ki hayat ırmağı üzerinde dünya gezegeninden roket hızı ile uzaklaşıyorum. Dünyanın benden uçar gibi uzaklaştığını gördüm. Güneş sistemi tüm ihtişamı ile bir anda kayboldu. Işık hızından daha süratli bir şekilde galaksinin merkezinden geçtim.
Gittik daha fazla bilgi özümseyerek. Öğrendim ki bu galaksi ve tüm evren birçok hayat çeşitleri ile dolu.
Birçok dünyalar gördüm.
İYİ HABER BU EVRENDE YALNIZ DEĞİLİZ.
Galaksinin merkezinden bu bilinç ırmağı üzerinde geçerken ırmak korkunç enerji dalgaları ile genişliyordu. Bütün tarihi bilgelikleri ile süper galaksi dizileri gözümün önünden geçti. Başlangıçta bir yere doğru gittiğimizi sandım, sanki seyahat ediyor gibi. Daha sonra fark ettim ki aslında ırmak genişlerken benim bilincim de evrendeki her şeyi içine alacak şekilde genişliyor. Tüm yaratılış yanımdan geçti, tüm bunlar hayal edilemeyecek harikalardı. Ben gerçekte harika çocuktum, bebek harikalar diyarında.

Sanki tüm yaratılış yanımdan geçti ve bir ışık beneği içinde kayboldu. Işık her yandan geldi ve çok daha farklı idi. Evrendeki tüm frekanslardan daha fazla şeylerden meydana gelen bir ışık. Yeniden birçok yumuşak ses patlamaları sezdim ve duydum. Bilincim veya benliğim tüm holografik evrenle hatta daha fazlası ile arayüz olmak için genişliyordu.


İkinci ışığın içerisine girince bana az önce artık gerçeği de aştığım ile ilgili bir farkındalık geldi. Bunlar olan durumu anlatabilmek için kullanabileceğim en iyi sözler, yine de açıklamaya çalışayım.

İkinci ışığı geçince birinci ışıktan daha da öteye genişledim.
Kendimi sessizlikten öte bilge bir durgunluk içerisinde buldum.
Sonsuzun ötesini ebediyen algılıyor ve görüyordum.
Boşluktaydım.
Büyük patlamadan öncede, yaratılış öncesindeydim.
Zamanın başlangıcının ötesine geçmiştim, ilk söz, ilk titreşim. Yaratılışın tam gözünde idim.
Sanki Tanrının yüzüne değiyormuşum gibi bir duyguya kapıldım.
Bu kesinlikle din ile ilgili bir duygu değildi.
Basitçe
MUTLAK HAYAT, MUTLAK BİLİNÇ ile birdim.
Ebediyen görüyor ve algılıyordum derken, demek istediğim yaratılışın kendi kendini meydana getirişini deneyimleyebiliyordum.
Bu başlangıcı ve sonu olmayandır.

Bu düşünceyi genişleten bir akıldır, değil mi?
Bilim adamları büyük patlamayı evreni yaratan bir olay olarak algılıyorlar.
Oysa ben gördüm ki büyük patlama evrenleri sonsuz olarak ve arka arkaya yaratan birçok büyük patlamaların yalnızca birisi.
Bunun için insan terimleri kullanarak oluşturabileceğimiz tek görüntü süper bilgisayarlar tarafından kendi kendinin benzeri geometrik denklemler kullanılarak yaratılanlardır.

Eskiler bunları hep biliyorlardı. Derlerdi ki ” Tanrı nefes vererek belli aralıklarla yeni evrenler yaratır ve nefes alarak ta diğer evrenleri yok eder. Bu devirlere YUGAlar denir. “.
Modern bilim ise buna büyük patlama diyor. Ben mutlak ve saf bilinçte idim. Tüm büyük patlamalar veya yugaların kendi kendilerini yaratıp ve yok edişlerini algılayabiliyor veya görebiliyordum. Ani olarak ardarda bunların içine girdim. Gördüm ki yaratılışın her bir küçük parçası bile yaratma gücüne sahip. Bunu anlatmaya çalışmak çok güç.
Bu konu ile ilgili konuşabilmekte hala güçlük çekiyorum.
Geriye döndükten sonra bu BOŞLUK DENEYİMİNİ kelimelere sığdırabilmem yıllarımı aldı.
Sizlere şimdi ancak şunu söyleyebilirim:


“BOŞLUK HİÇLİKTEN DE DAHA az OLMASINA RAĞMEN OLAN HERŞEYDEN DE DAHA FAZLADIR”.
BOŞLUK MUTLAK SIFIRDIR. TÜM OLASILIKLARI OLUŞTURAN KAOSTUR. MUTLAK BİLİNÇTİR.
EVRENSEL ZEKÂDAN ÇOK DAHA FAZLADIR.

Boşluk nerededir?
Biliyorum ki boşluk her şeyin hem içindedir hem de dışındadır. Siz şu anda halen hayatta iken her zaman ardarda boşluğun içinde ve dışında olursunuz. Oraya ulaşmak için herhangi bir yere gitmenize gerek yok. Boşluk bütün fiziksel görüntülerin arasındaki vakum veya hiçliktir. Atomlar arasındaki ve onların elemanları arasındaki boşluk. Modern bilim her şeyin arasındaki bu boşluğu araştırmaya başlamış durumda. Ona SIFIR NOKTASI diyorlar.


Ne zaman onu ölçmeyi deneseler, cihazları ölçünün dışına çıkıyor veya sonsuza çıkıyor diyebiliriz. En azından şimdilik sonsuzu kesin olarak ölçebilecekleri bir yol yok.
Sizin vücudunuz da dâhil evrende her yerde her şeyden fazla sıfır boşluğu vardır.
Mistiklerin boşluğa verdiği isim boşluk değildir. O öylesine müthiş bir enerji ile doludur ki, olduğumuz her şeyi yaratan farklı bir enerjidir. Büyük patlamadan beri her şey bir titreşimdir. İlk titreşim olan ilk sözden beri İncildeki ” Benim ” (I am ) in önünde aslında bir soru işareti var.
— Benim? Ben neyim?
Yani yaratılış Tanrı tarafından, Tanrının kendini hayal edilecek her yöntemle araştırması ve keşfetmesidir. Sürekli, her birimiz üzerinden devam eden sonsuz bir araştırma. Başınızdaki her bir saç telinden, ağaçtaki her bir yapraktan, her bir atomdan.


Tanrı; Tanrının özünü araştırıyor.
İşte bu yüzden Tanrı bir ağacın yaprağının düşüşünü bile bilir.
Bu mümkündür, çünkü siz nerede iseniz orası evrenin merkezidir.
Herhangi bir atom nerede ise orası evrenin merkezidir.
Orada Tanrı vardır, Tanrı boşluktadır.

Ben boşluğu ve yaratılışın yugalarını incelerken bizim bildiğimiz zaman ve mekânın tamamen dışında idim. Bu genişlemiş durumdayken keşfettim ki yaratılış, mutlak bilinç veya Tanrının bizim bildiğimiz anlamdaki hayat tecrübesine gelişidir. Boşluğun kendisi tecrübeden tamamen yoksundur. O, ilk titreşim öncesi, yaşam öncesidir. Tanrılık, yaşam ve ölümden çok daha fazladır. İşte bu sebeple evrende deneyimlenecek, yaşam ve ölümden çok daha fazla şey var.


Ben boşluktaydım ve yaratılan ve yaratılacak olan her şeyin farkındaydım, sanki Tanrının gözünden bakıyordum.
Ben Tanrı olmuştum. Artık kendim değildim. Tek söyleyebileceğim Tanrının gözünden bakıyor olduğumdur.
Aniden her atomun niye var olduğunu biliyor ve her şeyi görüyordum.

Burada en ilginç olan; ben boşluğa girmiştim. Oradan Tanrının orada olmadığı anlayışı ile çıktım.
Tanrı burada. Öyleyse bütün mesele, insan ırkının sürüp giden eksiği dışarıda Tanrı arayışıdır.
Tanrı bize her şeyi verdi, her şey burada. O işte burada. Ve bizler Tanrının verdikleriyle Tanrıyı, bizim üzerimizden araştırmalarıyız.


İnsanlar Tanrı olmaya çalışmakla o kadar meşguller ki artık farkına varmaları gereken;
“bizler hali hazırda zaten Tanrıyız ve Tanrı biz oluyor”. İşte bütün mesele gerçekte bu.
Ben bunların farkına varınca boşlukla işim bitti ve tekrar yaratılışa dönmek istedim. Bu bana en doğal şey olarak göründü. Ve aniden ikinci ışıktan veya büyük patlamadan dışarı çıktım. Yine bir dizi yumuşak ses patlamaları ile bilinç ırmağına binerek yaratılışa geri döndüm.

Ne müthiş bir gezinti! İçimden galaksi süper kümeleri geri çıktı, çok daha iyi kavranmış olarak.
Bizim galaksinin merkezinden geçtim;
orası bir KARA DELİK.
Kara delikler çok büyük işlemciler, evrenleri yeniden kullanıma sokuyorlar. Kara deliğin öteki tarafında ne var biliyor musunuz? Biz varız, bizim galaksimiz var, başka bir evrende yeniden işlenmiş olarak.

O toplam enerji konfigürasyonunda galaksi harika bir ışık şehri olarak parıldıyordu.
Büyük patlamanın bu tarafında tüm enerji ışıktır. Tüm atom altı, atom, yıldız, gezegen hatta bilincin kendisi bile ışıktan yapılmıştır ve bir frekansı ve/veya parçacığı var.

Işık yaşamdır. Her şey ışıktan yapılmıştır hatta taş bile.
İşte bu nedenle her şey canlıdır.
Her şey Tanrının ışığından yapılmadır ve her şey çok zekidir.

Ben ırmakta gezdikten sonra en sonunda büyük bir ışığın geldiğini gördüm. Biliyordum ki bu ilk ışıktır ve beraberinde yumuşak ses patlamaları var. Gördüm ki içinde yaşadığımız güneş sistemi bizim daha geniş bölgesel vücudumuzdur. Ve biz de tahayyül edebileceğimizden çok daha büyüğüz. Gördüm ki güneş sistemi bizim vücudumuz ve ben de onun bir parçasıyım. Dünya da, biz olan o yaratılmış büyük varlıktır ve biz de o kendi olduğunu bilenin parçalarıyız. Fakat biz yalnızca o parçasıyız. Biz her şey değiliz fakat biz o olduğunu bilenin parçalarıyız.

Güneş sisteminin ürettiği tüm enerjiyi gördüm, müthiş bir ışık şovu idi. Kürelerin müziğini duyabiliyordum. Bizim güneş sistemimiz de tüm diğer göksel varlıklar gibi kendine has bir ışık matriksi üretir; ses ve titreşim enerjisi. Diğer yıldız sistemlerindeki gelişmiş medeniyetler, titreşim ve enerji matriks imzalarından, evrende bizim algıladığımız anlamdaki hayatı tesbit edebilirler. Bu onlar için çocuk oyuncağı. Dünyanın harika çocuğu olan insan şimdi bile evrenin arka bahçesinde oyun oynayan çocuklar gibi; coşkun ve taşkın sesler çıkarıyor.

Irmağı direkt olarak ışığın merkezine doğru yönlendirdim. Yine yumuşak ses patlamalarını takiben ışık beni içine çektiğinde onun tarafından kucaklandığımı hissettim. Ben o anda o büyük sevgi ışığının içindeydim ve hayat ırmağı içimden akıyordu. Tekrar söylüyorum, o hiç yargılamadan en çok seven ışıktı. O bu harika çocuk için ideal bir anne / baba idi.
— Şimdi ne var? Diye merak ettim
Işık bana ölüm diye bir şey olmadığını anlattı.
Artık öyle bir an gelmişti ki tüm sorularımın cevabını aldığımı fark ettim, geri dönüşüm yakındı. Diğer tarafla ilgili bütün sorularım derken tam da anladığınız manada söylüyorum, benim bütün sorularım cevaplandı.
Her insanın farklı bir hayatı ve araştırdığı farklı soruları var. Bazı sorularımız evrenseldir fakat her birimiz bu hayat dediğimiz şeyi kendimize ait yöntemlerle araştırırız. Aynen, dağlardan tutun da ağacın yapraklarına kadar var olan tüm diğer yaşam şekilleri gibi. İşte bu evrende hepimiz için önemli olan budur, çünkü tüm bunlar esas resim olan hayatın doluluğuna katkıda bulunur.


BİZLER HARFİ HARFİNE
SONSUZ YAŞAM DANSINDA
TANRININ KİMLİĞİNİ ARAŞTIRAN mini TANRI(lar)yIZ.
Sizin benzersizliğiniz tüm yaşamın yükselişini sağlıyor. Yaşam döngüsüne geriye dönüşüm başladığında aynı vücuda döneceğimi hiç düşünmemiştim, ne de birisi bana söylemişti. Yaşamın işleyişi ve ışığa tam güvenim vardı ve işte bu nedenle hiç önemi yoktu. Işık akımı büyük ışık ile birleşirken; bu bana açıklananları ve diğer tarafta öğrendiğim konular ile ilgili duygularımı hiçbir zaman unutmamayı diledim. Aldığım cevap; ruhumu öper gibi bir EVET oldu.

Sonra ışık içerisinden geçirilip titreşimsel gerçekliğe geri götürüldüm. Bana ilave bilgiler verilirken tüm işlem tersine döndürüldü. Dünya çok büyük bir enerji işlemcisidir, kişisel bilinç orada gelişir ve her birimize ulaşır. İlk kez olarak kendimi İNSAN olarak düşündüm ve mutlu oldum. Ben bu evrende bir atom olmaktan bile mutlu olurdum. Bir atom.


Tanrının insan parçası olmak ise, işte bu en şahane kutsama. Bu kutsama bizim kutsamanın ne demek olduğu ile ilgili en çılgın tahminlerimizden bile çok daha ileri. Teker teker her birimiz için bu müthiş deneyimin ‘’insan’’ parçası olmak çok müthiş bir şey. Teker teker her birimiz nerede istersek olalım, çok berbat bir durumda olsak ta olmasak ta bulunduğumuz yer bu gezegen için bir kutsamadır. Böylece herhangi bir yerde yeniden bebek olacağım düşüncesi ile reenkarnasyon işleminden geçtim. Fakat kişisel kimlik ve bilincin gelişimi konusunda bana bir ders verilmişti.
Bu nedenle aynı vücuda enkarne oldum. Gözlerimi açtığımda çok şaşırmıştım. Neden şaşırdığımı bilmiyorum. Çünkü bunu çok iyi anlamıştım. Fakat öyle olmasına rağmen tekrar bu vücutta bulunmak yine de bana sürpriz oldu; bana bakarak, gözlerini çıkarırcasına ağlayan birisinin bulunduğu odama geri dönmek.


O benim hasta bakıcımdı. Beni bulduktan bir buçuk saat sonra ümidini kesmişti. Benim ölmüş olduğumdan tamamen emindi; ölümün tüm belirtileri mevcuttu. Katılaşmaya bile başlamıştım. Ne kadar ölü kaldığımı bilmiyoruz, fakat hepimiz de biliyoruz ki en azından beni bulmalarının üstünden bir buçuk saat geçmişti. Benim ölü vücudumu bir kaç saat yalnız bırakması ile ilgili isteğime mümkün olduğu kadar saygı göstermişti. Biz vücudun hayat fonksiyonlarının durumunu kontrol edebilecek gelişmiş stetoskop ve benzeri birçok imkâna sahiptik. Yardımcım benim kesinlikle öldüğümü tespit edebilecek durumdaydı. Bu bir ölümden dönme deneyimi değildi.

Ben kesinlikle en az bir buçuk saat ölümün kendisini deneyimledim.
Beni ölü olarak bulduktan sonra bir buçuk saat stetoskop ile kontrol etmiş, kan basıncıma ve kalp atışlarıma bakmıştı. Sonra uyandım ve dışarıdaki ışığı gördüm. Ona doğru gitmeye teşebbüs ettim ve yataktan düştüm. Gürültüyü duyup içeri koştu ve beni yerde buldu. İyileşmeye başlayınca başımdan geçenlerden dolayı şaşkın olmama rağmen saygıyla karışık bir korku hissediyordum. İlk başlarda başımdan geçenlerin hepsi hafızamda değildi. Sürekli bu dünyadan dışarıya kayıyor ve soruyordum “BEN HAYATTAMIYIM ?”
Bu dünya diğer dünyadan daha çok rüyaya benziyor.
Üç gün içerisinde tekrar normal hissetmeye başladım, açık fakat hayatımda hissettiklerimden çok farklı bir his. Yolculuk ile ilgili hafızam daha sonra geldi. Artık gördüğüm hiçbir insan ile ilgili bir problem görmüyorum. Bu deneyimden önce kesinlikle çok yargılayıcı idim. birçok insanın kesinlikle berbat olduğunu düşünüyordum. hatta aslında benden başka tüm insanların berbat olduklarını düşünüyordum. Fakat tüm bu konularda artık aydınlanmıştım.

Üç ay kadar sonra bir arkadaş artık test yaptırmamı söyledi, bende gidip scan ve diğer gerekli testleri yaptım. Kendimi çok iyi hissettiğimden dolayı kötü bir haberden korkuyordum. Klinikteki doktorun tüm eski ve yeni scanlarıma bakıp
—Artık burada hiçbir sorun yok ” dediğini hatırlıyorum.
—Gerçekten mi, bu bir mucize olmalı ” dedim
—Hayır, bu tip olaylar oluyor, bunlara ANİ İYİLEŞME olayları denir ” dedi. Hiç etkilenmemiş gibi davranıyordu. Fakat işte burada bir mucize vardı ve hiç kimse etkilenmese bile ben çok etkilenmiştim.


Hayatın gizinin zihin ile çok az ilgisi var. E
vren hiçbir şekilde zihinsel bir işlem değildir. Zihin yardımcıdır, o çok parlaktır. Gerçi şimdilik hepimiz kalbimiz ve daha bilge kısımlarımız yerine zihnimiz ile işlem yapıyoruz. Dünyanın merkezi çok büyük bir enerji dönüştürücüdür; Aynen dünyanın manyetik alan resimlerinde görüldüğü gibi. İşte bu bizim döngümüzdür, reenkarne olan ruhları geri içine çeken. İnsan seviyesine ulaşmanın belirtisi kişisel bilinç geliştirmeye başlamamızdır. Hayvanların grup ruhları vardır ve onlar grup ruhu olarak enkarne olurlar. Bir geyik çok büyük bir ihtimal ile her zaman geyik olarak kalacaktır. Fakat sadece insan olarak doğmak; ister hasarlı, ister dahi olsun sizin kişisel bilinç geliştirmek yolunda olduğunuzu gösterir. Bu yine insanlık denen grup bilinci içerisindedir.

Gördüm ki ırklar kişilikli kümelerdir. Fransız, Almanya ve Çin gibi milletlerin kendi kişilikleri vardır. Şehirlerin kişilikleri vardır, onların bölgesel grup ruhları belirli insanları kendine çeker. Ailelerin de grup ruhları var. Kişisel kimlik kendine benzeyen yan kollar şeklinde gelişmekte. Grup ruhu bizim kişiselliğimizi araştırır. Her birimizin sahip olduğu farklı farklı sorular çok çok önemlidir. İşte Tanrılık, Tanrının özünü sizin üzerinizden böyle araştırır. Sorularınızı sorun, kendi araştırmalarınızı yapın. Böylece özünüzü bulur ve özünüzde Tanrıyı bulursunuz.

Çünkü o tek özdür.

Bunlardan daha da ileri, farkettim ki biz insanlar aslında bir birimizin RUH EŞLERİYİZ.

Bizler yaratılış yönlerinde kendi benzerleri olan aynı ruhun parçalarıyız, fakat yine de ayrıyız. Ben artık her insana baktığımda ruh eşimi görüyorum, her zaman aradığım kendi ruh eşimi. Bunun da ötesinde görebileceğiniz en muhteşem ruh eşiniz kendinizsiniz. Bizler hem erkek hem de dişiyiz. Biz bunu RAHİMde deneyimleriz ve bunu reenkarnasyon durumunda deneyimleriz. Eğer o nihai RUH EŞİNİZİ kendi dışınızda arıyorsanız hiçbir zaman bulamazsınız. Çünkü orada değildir.
Aynen Tanrının orada olmadığı gibi.
Tanrı için dışarıya bakmayın. Tanrı için buraya bakın, kendi özünüze bakın. Yaşayabileceğiniz en büyük aşkı yaşayın. KENDİNİZLE. İşte o zaman her şeyi sevebilirsiniz.

Sizlerin cehennem dediğiniz yere iniş yaptım ve bu çok şaşırtıcı oldu. Şeytan veya kötüyü göremedim. Benim yaptığım iniş daha ziyade cehalet ve bilmemekten kaynaklanan insanların alışılmış ızdırapları idi. İşte o ızdırap verici bir varlık olarak görülür. Fakat benim çevremdeki milyonlarca insanın her birinin hazır küçük bir ışık yıldızı var. Fakat kendi üzüntüleri, travmaları ve ızdırapları ile o kadar tükenmişler ki sanki kimse buna önem vermiyor. Sonsuz gibi gelen bir süre sonra o ışığı bir çocuğun anne/babasını çağırması gibi yardıma çağırdım. O zaman ışık açıldı ve beni tüm korkular ve acılardan izole eden bir tünel bana doğru geldi ve beni sardı.

İşte gerçekte cehennem bu. Bizim yapmayı öğrenmekte olduğumuz ve öğrenmemiz gereken şey, el ele tutuşup bir araya gelmek. Cehennemin kapıları artık açıktır. El ele tutuşup, birleşip hep birlikte yürüyerek cehennemden çıkacağız.

Işık yüce altın bir meleğe dönüşüp bana geldi. Ona ”SEN ÖLÜM MELEĞİ MİSİN?” dedim.
O ise bana gösterdi ki o benim ruh üstüm, benim yüksek benlik matriksim, bizlerin süper tarihi parçamızdır. Sonra ışığa alındım. Yakında bilimimiz ruhu kavrayabilecek. Bu çok müthiş olmaz mı? Bizler ruhsal enerji ve süptil enerjiyi cihazlarla göreceğiz. Fizikçiler atom çarpıştırıcılar ile atomların içinde ne olduğunu anlamak için atomları çarpıştırıyorlar. Onlar quarklara ve çekime kadar ulaştılar. Bir gün onları bir arada tutan o küçük şeye ulaşacaklar ve işte o zaman ona Tanrı demek zorunda kalacaklar.


Atom çarpıştırıcılarla sadece onların içinde olanı görmüyorlar, parçacıklar oluşturuyorlar. Tanrıya şükürler olsun ki bunların hayatı çok kısa oluyor; milisaniye veya mikrosaniye kadar. Artık farkına varıyoruz bizler de yaratabiliriz. Her zaman için gördüm ve farkına vardım ki hepimiz bir tür bilgi noktasından geçer ve kendi benzerini yaratmaya başlarız, bir sonraki seviyeyi. Biz araştırmamız esnasında işte bu yaratma gücüne sahibiz. İşte bu Tanrının bizim içimizden kendini genişletmesidir.

Geriye dönüşümden beri ışığı kendiliğimden deneyimleyebiliyorum ve istediğim zaman meditasyon yaparak boşluğun içine nasıl girilebileceğini de öğrendim. Hepiniz bunu yapabilirsiniz.

Bunu yapabilmek için ölmeniz gerekmiyor. Bu sizin donanımınız içinde var, hali hazırda bunun için kablolanmış durumdasınız. Vücut var olan en muhteşem ışık varlıktır. Bu vücut inanılmaz bir ışık evrenidir. Ruh bizi bu vücudu eritip yok etmemiz için zorlamıyor. Olan bu değildir. Tanrı olmaya uğraşmaktan vaz geçin, Tanrı siz oluyor; burada.


Akıl evrende koşan bir çocuk gibidir. Dünyayı kendi yarattığını sanıp sürekli bir şeyler talep ediyor.
Ben akla sordum – “Annenin bu işle ne ilgisi var ?” İşte bu bir sonraki ruhsal farkındalık seviyesidir. Ah evet annem ve aniden egodan vazgeçiyorsunuz. Çünkü anlıyorsunuz ki evrendeki tek ruh siz değilsiniz.
Işığa sorduğum sorulardan birisi
– “Cennet nedir ?” idi
– Buna tüm yaratılmış cennetlerde bir gezintiye çıkarılarak cevap aldım.

Nirvana, Mutlu Av Alanları, hepsi. Hepsinden geçtim. Bunlar bizlerin yarattığı düşünce formu yaratılışlar. Bizler aslında cennete gitmeyiz, bizler yeniden işlem görürüz. Fakat her ne yarattı isek orada bir parçamızı bırakırız. Bu gerçektir, fakat ruhun bütünü bu değildir.

Hristiyanların cennetini gördüm. Bizler bunun çok güzel bir yer olduğu beklentisindeyiz ve tahtın önünde durursunuz, ebediyen tapınarak. Denedim çok sıkıcı. Hepimizin yapacağı bu; çocuk gibi.
Kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum.


Bazı cennetler çok ilginçti, bazıları ise çok sıkıcı. Çok eski olanların daha ilginç olduğunu gördüm, örneğin Amerikan yerlilerinin MUTLU AV ALANLARI. Mısırlılarınki harikaydı. Bu böyle sürüp gider. Bunlardan bir hayli var.

Şayet belirli bir dinin Tanrısına inanan bir grup ruhuna ait değilseniz bunların her birinde sizin kendi yorumunuz olan bir kendini tekrar eden desen var. Yine de her biri biraz farklıdır. Bu orada bıraktığınız parçanızdır.


ÖLÜM HAYAT İLE İLGİLİDİR, CENNET İLE İLGİLİ DEĞİL.
Tanrıya sordum – ” Dünyada var olan en iyi din hangisi? Hangisi doğru? ” Tanrı katı büyük bir sevgiyle dedi ki;
– ” İLGİLENMİYORUM ”
Bu inanılmaz bir incelik. Manası ise şu, ilgilenen varlıklar bizleriz.
Yıldızları en yüksek Tanrı katı bize diyor ki “Sizin hangi dine ait olduğunuz bizim için önemli değil”
Bunlar gelir ve gider, Budizm ebediyen burada değil, katoliklik de ebediyen burada değil ve bunların hepside her geçen gün daha fazla aydınlanmakta. Şimdi bütün sistemlere daha fazla ışık geliyor.
Ruhsallıkta büyük bir reform olacak aynen protestan reformu gibi. Bu konuda birçok insan kavga edecek, bir din diğerine karşı; hepsi de sadece kendisinin doğru olduğuna inanarak.


Herkes kendisinin Tanrının sahibi olduğunu sanıyor, felsefeler de dinler de ama özellikle dinler çünkü bunlar felsefeleri etrafında büyük bir organizasyon oluşturdular. Tanrı katı “ilgilenmiyorum ” der demez anladım ki bununla bizim ilgilenmemiz gerek. Bu çok önemli, çünkü bizler ilgili varlıklarız. Bu bizi etkiliyor işte bu nedenle önemli. Elinizde olan ruhsal bir enerji denklemi.
En üst Tanrı katı sizin hristiyan, budist veya herhangi bir başka bir dinden olmanızla ilgilenmiyor. Bunların hepsi bütünün çiçeklenen çehreleri. Umarım bütün dinler bunu farkeder ve diğerlerine saygı duyar. Bu her dinin sonu değil ama bizler hep aynı Tanrıdan bahsediyoruz.


Tanrı yaşıyor ve yaşamaya fırsat veriyor.
Hepsinin farklı bir görüşü var. Ve hepsi de esas resme katkıda bulunuyor, önemli olan da bu.
Öteki tarafa toksik atıklar, nükleer füzeler, nüfus patlaması ve yağmur ormanları ile ilgili korkular ile gittim. Tek tek bütün problemleri severek geri döndüm. Nükleer atıkları seviyorum. Mantar bulutu seviyorum; bu kendimizi gösterdiğimiz en kutsal mandala için bir prototip. O aniden bizi dünyadaki tüm dinlerden ve felsefelerden çok daha fazla bir araya getirdi, yeni bir bilinçlilik seviyesine. Gezegeni 50 kez hatta 500 kez uçurabileceğimizi bilmekteyken, belki en sonunda artık burada hep birlikte olduğumuzu farkettik. Onlar bunu bize devretmek için bir süre daha bazı bombaları devre dışı bırakmaya devam etmeli. Daha sonra artık buna ihtiyacımız yok” demeye başlarız.


Şimdi biz her zamankinden daha emniyetli bir dünyadayız ve daha da emniyetli olacak. İşte bu nedenle toksik atıkları severek döndüm, çünkü bizi bir araya getirdi. Bu şeyler çok büyük. Peter Russel in söyleyeceği gibi, bu problemler artık ruh boyutunda. Acaba bizim ruh boyutunda bir cevabımız var mı? 


EVET, Yağmur ormanlarının yok olması yavaşlayacak ve elli yıl içerisinde gezegende her zamankinden daha çok ağaç olacak. Eğer ekoloji ile ilgili iseniz devam edin sizler farkında olmaya başlayan sistemin bir parçasısınız. Bütün isteğiniz ile devam edin fakat kesinlikle strese girmeyin bu daha büyük bir şeyin parçası.

Dünya kendini ehlileştirme işleminde, bir daha hiçbir zaman eskisi gibi vahşi bir yer olmayacak. Doğanın serpilip gelişeceği kaynaklar ve vahşi büyük alanlar olacak. Nufus artışı bilinç sıçraması için gereken optimum rakama çok yaklaştı. Bu nüfus sıçraması politika, para ve enerjiyi değiştirecek.
Rüya gördüğümüzde ne oluyor? Bizler çok boyutlu varlıklarız. Buna berrak ( lüsid ) rüyalarla ulaşabiliriz.
Aslında bu evren Tanrının bir rüyası.
Gördüm ki biz insanlar kendisi de bir benek olan galaksimizin bir beneği olan dünyamızda bir beneğiz. Dışarıda dev sistemler var ve biz ortalama bir sistemiz. Fakat insanlar şimdiden bilinç kozmosunda efsaneleştiler. Dünya/Gaia nın küçücük insanları efsaneleşti. Bizi efsaneleştiren nedenlerden birisi rüya görmemizdir.
Bizler aslında efsanevi rüyacılarız. Aslında bütün kozmos hayatın manasını araştırıyor, tam olarak ne olduğunu. Ve tüm zamanların en iyi cevabı küçük rüyacıdan geldi. Bizler rüyasını gördük. Bu nedenle rüyalar çok önemli.

Öldükten sonra ve geri gelince hayat ve ölüme gerçekten saygı duydum.

DNA deneylerimizde belki de çok büyük bir gize kapı açıyoruz. Yakında bu vücutta istediğimiz kadar yaşayabilme becerisine sahip olacağız. 150 yıl kadar yaşadıktan sonra kanal değiştirmek isteyecek bir sezgisel ruh duyusu olacak. Aynı vücutta sonsuza kadar yaşamak reenkarnasyon kadar yaratıcı değil, bu içinde olduğumuz fantastik enerji vorteksi içindeki enerji dönüşümü.
Bizler aslında yaşam ve ölümdeki bilgeliği göreceğiz ve bundan zevk alacağız. Şimdi olduğu gibi biz zaten her zaman canlı olduk.

Bu içinde olduğunuz vücut her zaman canlı oldu. Bu hiç bitmeyen bir hayat ırmağından gelip Büyük Patlama ve ötesine kadar gider. Bu vücut yoğun ve ince enerji içerisinde bir sonraki yaşama hayat verir. Bu vücut hali hazırda ebediyen canlı

BİZLER BİRLEŞİP EL ELE TUTARAK
HEP BİRLİKTE CEHENNEMDEN DIŞARI YÜRÜYECEĞİZ.

Ceviren: Ismail Ziya
Ekleyen: Cetin Bal/Haci Ali bayram


Dunyanin Sonu mu Geldi?

Şu anda tüm dünyada neler oluyor? Bu kaosun, terörün, beklenmedik politik gelişmelerin ve daha pek çok olayın sebebi nedir? Neler oluyor? Aileler çocuklarının gelecekleri için endişeli, aslında herkes yaşamı için endişede…


Artık gün geçmiyor ki gazetelerde veya haberlerde yeni bir skandal, doğal afet veya terör olayı ile güne başlamayalım. Bu gündem ne yazık ki sadece ülkemizde değil tüm dünyada yaşanıyor. Yıllarca saklanmış vahşi tecavüzler, skandal politik olaylar, gizlenmiş dosyalar, dünyadaki en tanınmış finans şirketlerinin dolandırıcı oldukları gündemden düşmüyor. Bunlar yeni mi; aslında pek çoğu eski olaylar ama artık saklı kalamıyorlar. Gün geçtikçe her şey şeffaflaşıyor, gün ışığına çıkıyor ve hiçbir şey saklanamaz hale geliyor. Yalana artık geçit yok. Bunun yanı sıra depremler, seller de cabası… Dünya annemiz de bir şeyler anlatmaya çalışıyor sanki…
Dünyadaki bu kriz bize bir şey mi anlatıyor? Yoksa sadece üst üste gelmiş tesadüfler mi olanlar?

Acinin ve Karanligin Sesi Artiyor:

Acının sesi neden gün geçtikçe artıyor? Karanlığın sesi acaba bize bir şey mi anlatmaya çalışıyor? Yoksa yine tesadüf mü?
Tesadüf değilse bu karanlığın bir bilgeliği olma ihtimali var mı? Peki, biz bu karanlığın bilgeliğine teslim olabilecek miyiz? Yolumuzu nasıl bulacağız karanlıkta? Biz bu sesi duyacak mıyız yoksa geçmişte yaptığımız gibi yok sayıp hayatımıza devam mı edeceğiz? Edebilecek miyiz gerçekten? Bu mümkün müdür? Acı buna izin verecek mi?

Yeni Bir Cag mi Basliyor?

Bu olaylar dünyanın sonuna mı yoksa yeni bir dünyanın başlangıcına mı işaret ediyor? Hep birlikte göreceğiz; anda her şey mümkün ancak gelen tüm rehberlikler aslında yeni bir çağa geçmekte olduğumuzun haberini veriyor.
Gezegenimiz milyonlarca yıldır pek çok döngüden geçti, enerjiler yükseldi ve alçaldı. Aslında yaşam da döngülerden oluşuyor. Her an yeni bir an başlıyor ve bitiyor. Her an her şey değişiyor.
Şu anda da eski bir döngü kapanıp, yeni bir dönem başlar, der pek çok ruhani liderler ve astroloji. Bir süredir kova çağına geçtiğimiz bir dönemdeyiz. Bu ne demektir? Artık AKIL çağından çıkıp SEZGİ- HİSSETME çağına geçtiğimizin habercisidir. Bu dönem bize neyi anlatıyor? Birazdan bahsedeceğim ama tek bir cümleyle ifade etmek gerekirse BEN‘den BİR’e geçmekten bahsediyor bu dönem.
AKIL çağı yüzyıllardır düşüncelerle dünyayı hissizleştirdi. Dünya anamızın kaynaklarını tüketti ve sadece bilim ile bir yerlere gelmeye çalıştı ve sonunda düpedüz duvara çarptık. Diyeceksiniz ki aklımızı kullanmayacak mıyız… Elbette kullanacağız ama gerçeği/hakikati hissederek… Biz hissizleştik.

Bizim Olmayan Hayatlar:

Neden hissiz haldeyiz? Nasıl bu hale geldik? Bir yalan yaşıyorduk ve bu yalanla kendimizi uyuşturmuştuk. Plastikten yapılmış bir sürü sahte hayatlar… Acımızı saklamak için yarattığımız sahte maskeler… Duygularımızı yok sayıp, görmezden gelip bastırdık. Duyguları hissetmek duygusallık olarak algılandı hatta ayıplandı. Zayıflık olarak görüldü.  Kendi otantik benliğini yaşayamayan bir sürü kayıp hayatlar ortaya çıktı.
İhtiyaçlarımızın karşılanması için tek yolun maddiyat olduğunu düşündük. Güç, salt para kazanmakla eş oldu. Bu yoksunluk bilinci, maneviyatı yok etti. Sadece akıl yoluyla yaşamaya başladık ve kalbin sesini hissizleştiğimiz için duyamaz hale geldik. Ve kendi gerçeğimizi unutup başkalarının gerçeğini yaşamaya başladık, yani başkaları tarafından yönetildik. Kendimize ait olmayan hayatlar yaşadık. Yürüyen robotlar haline geldik.


Ilahi Disilin Uyanisi:

Dünyanın bu hale gelmesinin tek sorumlusu biziz, oysa ki şimdi de başkalarını suçlamaktayız. Uzun süredir bu kurban rolünü oynamaktayız.
Bir yandan da kendi gerçeğimizi kendimizin yarattığına da uyanmaktayız. Bu dönem UYANIŞ dönemidir. İLAHİ DİŞİL’in uyanışı… Yani  SEVGİ’nin… Gel gitlerin olması doğaldır. Bu bir süreç ve sabır gerektiriyor. Yolumuzu artık SEZGİLERİMİZLE bulacağız ama bu özelliği uzun süredir kullanmıyoruz.
Kaos gibi gözüken de aslında gerçek bir temizlik. Derin bir gezegensel dönüşümün zirvesindeyiz. Bunu pek çok kişi artık hissiz hale geldiği için felaket olarak görmekte. Ancak bu bir dönüşümdür.
Diyeceksiniz ki nasıl nefret, ayrımcılık, ötekicilik bakış açılarını sevebiliriz? Tecavüzcüyü nasıl kabul ederiz? Yolsuzluğu, kontrolsüz güç gösterilerini? Politikacıların yalanlarını?
Peki ya bunlar bizim gölgelerimiz, yani göremediğimiz ve farkında olmadığımız parçalarımızsa? Ya bizlerin kolektifin bir yansımasıysa?
“Açı doyurduğumda, hakareti affettiğimde, düşmanımı sevdiğimde, bunlar güzel erdemler. Fakat ya dilencinin en fakirinin ve suçluların en gaddarının kendi içimde olduğunu görürsem!.. Ya şefkatime en muhtaç kişinin ve en azılı düşmanımın kendim olduğunu fark edersem! O zaman!…” Carl Gustav Jung

Acinin Icinden Gecerek Isiga..

İnkar ettiğimiz her parçamız olumsuz düşünceler şeklinde etkilerini sürdürmeye devam ederler. Bu yüzden geçmiş deneyimlerimizle yüzleşmemiz ışığa uzanan yoldur. Maalesef acıdan kaçarak değil acının içinden geçerek ışığa kavuşabiliyoruz. Acıyı yok sayarak, görmezden gelerek yaşamak depresyon ve pek çok hastalığa, ayrıca dünyadaki bu kaosa sebep olmaktadır. Dönem kendi karanlığımızla yüzleşme zamanıdır. Bunlar bende yok, başkalarının suçu deme zamanı eski bilinci temsil etmektedir. Bizler görünmez bağlarla birbirimize bağlıyız ve kolektif bilinçte bulunan tüm bu yansımalar hepimize aittir. Kimileri atalarımızdan gelmiştir kimisi daha da geçmişten.
Dışarıyı suçlayarak kurban rolünü seçmeye devam edemeyiz. Gezegenin genel çöküşünün sorumlusu biziz. Mutluluğu hep dışarıda aradık. Hep dışarıyı suçladık ve savaş bu yüzden başladı. “BEN biliyorum”dan başladı. Bizim acımız buradan doğmaktadır. Kişisel sorumluluk ancak yeterince olgun olanlar için mümkündür. Kendimizi olumsuz durumlarda bulduğumuz zaman bunları kendimizin yarattığını kabul etmekle başlayan bir süreçtir.

Savas, Kontrolsuz Erilden:

Bizler eril ve dişilin dengesinden oluşuyoruz. Eril ve dişil her erkekte ve her kadında mevcuttur. Bütünlük sadece dengede olduğu zaman gerçekleşir. Eril analitik düşünce, sonuç odaklı, analizci, bir yol takip eden, inisiyatif alan, avlayan, analitik, doğrusal, matematiksel, nüfuz edici olan olup, sol beynimizin fonksiyonları ile ilişkilidir. Erilin diğer tanımları güneş, animus, aktif, Yang, Şiva’dır.
Dişil taraf ise hisler, yaratıcılık, özgürlük, kabullenme, yumuşaklık, güven, izin verme, süreç odaklı,  üretme, akışta olan olup, değişime yatkın, sağ beynin fonksiyonlarıyla ilişkilidir. Dişilin ay, alıcı, anima, Yin, Shakti gibi tanımları da vardır.

Bir iç mimarın, kadın veya erkek fark etmez, yaratıcılığı dişil tarafından, bunu harekete geçirip eyleme koyması ise eril tarafından gelir. Veya bir toplantıda proje yaratmak dişil tarafımızın, projeyi eyleme koymak eril tarafımızın işidir.

Savaş ve sömürgecilik, kontrolsüz erilin göstergesidir ve altında pek çok korku barındırır.
Kocasından dayak yiyen bir kadının buna rıza göstermesi de bastırılmış dişilin dengesiz bir özelliğidir. Dayak atan adam ise yine dengesiz erili temsil etmektedir ve yoksunluk bilinciyle ilişkilidir. İkisi de geçmişte yaşadığı sevgisiz deneyimleri yansıtmaktadır.
Tüm bu kaos, yeni dünya enerjisi olan ilahi dişile dirençten kaynaklanmaktadır ve altında pek çok korku barındırır.

Sakinles ve Icine Don:

Karanlıktan ışık doğar. Acı yoluyla ruhumuzun amacına dair farkındalığa ulaşabiliriz.
Peki şimdi maneviyatı yükseltmek için ne gerekiyor?  Birliği deneyimleyebilmek için yaralarımızı sarmalamak gerekmektedir; kendimizi işe yaramayan davranış kalıplarından özgürleştirip duygusal bedenimizi güçlendirmemiz gerekmektedir. Bu nasıl olacak… Sakinleşip içimize dönerek… Bunun için artık pek çok yol ve yöntem var. Sadece bir adım atmak gerekiyor.

Gucunu Sevgiden Alan Kadin Sesi:

Tüm dünyada kadın yürüyüşleri, kadın hareketleri başlamıştır.  Pek çok ruhani lider yıllar önce bu dönem için kadınların çok önemli bir rol üstleneceğini görmüştür. Artık kadınlar ses vermektedir. Sesimizi çıkaracağız ama gücümüzü sevgiden alarak.
“Günışığı kadar net görüyorum; insanlığı daha üst bir tekâmüle taşımanın liderliğini kadınların yapacağı saat geliyor.” Hz. İnayet Han (1882-1927)
Kadınlar rahimlerine indiği zaman erkekler de kalplerine ineceklerdir. Bunu da başka bir yazıda paylaşacağım.




Yazan: Seda Rodop Soran' a bu guzel yazi icin tesekkurler!
Alinti: http://www.kadinbu.com/dunyanin-sonu-mu-geldi/

Suyla Gelen Sifa - Suyu Programlama

Sudaki kristallerin hafizasi vardir ve kendi aralarinda telepatik olarak iletisime gecebilir, birbirlerine bilgi transferi yapabilirler. Onlara yapilan bir yukleme yada programlama ile bedenimizi fiziken yada ruhsal olarak sifalayabiliriz. Cunku vucudumuzun en az yuzde 70'i su ile kaplidir. Bu sudaki kristaller de tipki disardan ictigimiz sudaki kristaller gibi programlanabilirler. Onlara verilen bir gorevi aynen yerine getireceklerdir. Haliyle ictigimiz sudaki kristallere yaptigimiz bir sevgi yuklemesi veya sifa programlamasi ile tum bedenimizdeki kristalleri de sifalamis ve programlamis oluruz. Cunku programladigimiz suyu ictigimizde, o su bedenimizdeki diger suya karisir ve kristalleri ile tasidigi bilgiyi ve sifayida transfer etmis olur. Boylece bedenimizdeki tum kristaller programlanmis olur ve bu programa uygun gorevini yaparlar. Bunun bilincine varirsak, kendi bedenimizi, suyla sifalayabiliriz. Boylece kimyasal ilaclari vucudumuzdan uzak tutumus oluruz.
        
Asagidaki yazi bu soylediklerimin devami seklinde guzel bir alinti yazidir. Yararli buldugum icin paylasma geregi duydum.
                

Suyun hafızası var.. ‘Benim endişelerimi temizlesin’ düşüncesiyle içilen su, bedende bu komutu yerine getirir. Suyun hafızası var.. Su bütün evrenin ve kainatın başlangıç noktasını oluşturuyor. Ve insanı bedenlenmesinde etmen olan en önemli madde. Su olmadan ne yeryüzü, ne gökyüzü, hiç bir canlı olamazdı. Bedenin yüzde 70’i su ama beyinle birleştiğinde bu su anlam kazanıyor.O zaman H20’dan çıkıyor. Ve ona hangi dalga boyunu yüklersen o frekansa bürünüyor. Moleküler yapısı dönüşüyor, bedene şifa katıyor.

Örneğin zihninizden “Bütün kuşkularım, korkularım arınsın, bedenim bunlardan temizlensin” diye geçirip, suyu içtiğinizde, o kesin şifadır. Çünkü, sözlerle suya frekans yüklemiş oluyorsunuz. Düşündüğün anda beyin onu tanımlayarak bir dalga boyu yayıyor.

Ve sen suya doğru bakarak bunları söylediğinde kayda alıyor. Bütün bunlar düşünülerek içildiğinde, bedenin ihtiyacı olan bir işleve bürünüyor. “Beni üzüntülerimden temizlesin” diye içildiğinde bedene o şekilde aktarılıyor ve komutu yerine getiriyor. Huzura kavuşmak, dertlerden kurtulmak için önce derin bir nefes almak, yaşam enerjisini bedene aktarmak sonra da bu düşüncelerle suyu içerek şifa bulmak mümkündür.

Ben uzun yıllardır, bu uygulamayı hayata geçiriyorum. Hem sağlıkta hem estetikte hem de şifada. İnsanların huzura kavuşması için bedeni arındırmak çok önemli. Bir insana şifa olsun diye frekans yükleyerek verdiğimiz su, o kişinin bedenini temizler. Suyla ilgili uygulamalar onlarca. Örneğin büyüyü çözer, akıp gitmesini sağlar. Eve konulan bir kase su, bütün odalardaki negatif enerjileri yok eder.. Bedene doğru bir şekilde yüklendiğinde şifa aracıdır. Nasıl ilaçlar şifa katıyorsa, ”SU” bunlar arasında en önemli maddedir.

Yarın için düşüncelerinizi, niyetlerinizi ve dileklerinizi bir kağıt bardağın üzerine yazın, suyun bunların tezahürüne yardım etmesi için. Bazen bu, “yarın şaşırtıcı şekilde yaratıcı olacağım ve sevgiyle parıldayacağım” gibi genel iyi bir prensip olabilir veya “yarın bu durum ile zorluğumu çözmeyi diliyorum” gibi spesifik olabilir. Bunu tam bir zihinsel berraklık ve şükran ile yaptıktan sonra, suyun yarısını için ve suyun büyük yoğunluk ile yansıttığını ve evrene büyütücü bir anten olarak davrandığını bilerek uykuya dalın.

Bedeninizdeki içtiğiniz su sizin niyetinizi taşıyor ve hala ”HER ŞEY”e bağlı olan bardakta kalan su ile bağlantılı ve mesajınızı evrene göndermenize yardım ediyor. Onun yapısı düşüncenizi gerçekten değiştiriyor ve bu bilim tarafından kanıtlanabilirdir. Siz uyurken, bilinçaltı zihniniz hem bedeninizdeki suyla hem de bardaktaki suyla iletişim kurmaya devam eder ve sizin konsantre olduğunuz şeye yapısını değiştirir, sabahleyin uyandığınızda ve bardakta kalan suyu içtiğinizde, tam tamına hayallerinizi içiyor olursunuz. Bu, onları tüm varlığınızda daha da güçlü yansıtır.
Bunu her gece yapın ve nelerin olduğunu görün, mucizeler katlanır ve sağlık daha hızlı şekilde güçlenir. Su, insanların sahip olduğu en güzel, değişken ve düşünceden etkilenen fiziksel maddedir. Su, varlığımızın hologramında nihai fiziksel tezahürdür ve eğer suyunuzu severseniz, o da sizi sever ve yolunuzda size yardım eder. Su canlı ve farkındadır.

Kaynak: Aycan Berker

Alinti: http://e-mistik.com/niyetleri-suya-soylemenin-gucu/


Bu yazimi da okumaniz yararli olacaktir.
http://aasmaestefan.blogspot.com/2014/12/kristal-mucizesi.html

12 Nisan 2017 Çarşamba

Sumerlerden Bize Gecen 13 Gelenek


Bu yazi asagidaki linkten alinti yapilarak tarafimca kendi frekansima gore okuyucularim icin hazirlannmistir. Isteyen yazinin orijinalini linke tiklayarak okuyabilir.

https://resistancehonorable.blogspot.com/2017/04/sumerlerden-bize-kalan-gelenekler.html

                                           Sumerler'de Dini Yasam

Sümer dini, önceleri tanrısız bir dindi. İnsanlar öncelikle büyük tabiat güçlerine taparlardı. Büyük tabiat güçleri pasifti, yaratıcı güçten yoksundu. Bu tabiat güçlerine sonradan Tanrısallık biçilmiştir. İnsan aklı soyuttan somuta doğru gelişmiştir ve soyut şeyleri antik çağların insanları somutlaştırmak istemiştir. Bu somutlaştırmadan evvel,Tanrı kavramı yaratıcı olmaktan ziyade soyut olarak 'enerjiyle' ifade ediliyordu. Örneğin Tammuz, bereket tanrısı olmadan önce ağacın ve bitkinin içindeki enerjiydi. Bu somutlaştırma sürecinde Sümerler, o dönem en ileri oldukları astronomiden yararlanmıştır. İnşa ettikleri devasa Zigguratlar ile gökyüzünü gözlemektelerdi. Soyut ilahlarını, gökyüzünde keşfetmeye başladıkları cisimlerle özdeşleştirerek somutlaştırdılar.

Ay Tanrısı, Güneş Tanrısı, Rüzgar Tanrısı vs.Sümer'den dünyaya inancın yayılışı Sami Irktan olan Akadlar, M.Ö. 2500 yılında Sümer bölgesine yerleşiyor ve muazzam bir uygarlıkla karşılaşıp kendi inançlarını Sümer inançlarıyla harmanlıyor. Akadların, hem Batı hem de Doğu'ya doğru genişlemesiyle Sümer inançları denizci bir toplum olan Fenikeliler'e ve Filistin'e ulaşıyor. Fenikeliler vasıtasıyla da Antik Yunan ve Roma'ya...

Sümerlerin İnanna'sı; Semitik toplumların İştar'ı, Fenikeliler'in Astarte'si, Antik Yunan'ın Afrodit'i oluyor. Sümer'in Tammuz'u, Fenike'nin Adonis'i oluyor.


Sümer'in Ninurta'sı, Yunan'ın Zeus'u oluyor. Kısaca, Sümer'de somutlaştırılan ne kadar Tanrı ve Tanrıça varsa bahsi geçen coğrafyalarda da versiyonları türetiliyor.

1- Nevruz: Kutsal Evlilik

Nevruz bir Sümer ritüelidir ve tüm toplumlara da Sümer'den yayılmıştır. Şöyle ki; Sümer'in en ünlü tanrısı Tammuz, bereket ve güneş tanrısıdır. En ünlü tanrıçası ise, bereket, toprak ve ay tanrısı olan İnanna'dır. Sümer'deki inanışa göre, soğuk ve zor geçen kışın ardından baharın gelişiyle her yıl 21 Mart tarihinde Tammuz ve İnanna evlenir. Bu evlilik kışın bitişini, topraktaki bereketlenmeyi simgeler ve her yıl bu tarihte kutlanır. 21 Mart aynı zamanda gündüz ve gecenin birbirine eşit olduğu tarihtir. Güneş tanrısı Tammuz, gündüzü; ay tanrısı İnanna geceyi simgeler ve bu geceyle gündüzün kavuşmasıdır. Tammuz ve İnanna’nın birleşmeleriyle dünyaya bolluk, bereket ve yeşillik gelirdi, hayvanlar yavrulardı. Evlilik, güneşle alakalı olduğundan ritüelde ateşin üstünden atlamakta vardır. (Ateş, güneşi simgeler.) İlk defa M.Ö. 4000 yılında kutlanan bu evlilik, Mezopotamya ve Orta Asya'da Nevruz halini alıp zenginleştirilmiştir. Hristiyanların Paskalyası ve Hıdrellez'in kaynağı da bu kutsal evliliktir. Semitik toplumlardaki 'cemre' inancı da bu evlilikten gelir.

2- Gelin Odasinin Suslenmesi:

İnanışa göre, kutsal evlilik öncesinde Tanrıça İnanna yıkanır, annesi ile konuşarak ondan tavsiyeler alır, kapı arasından hediyelerin gelişini gözler. Daha sonra gelin odası hazırlanır ve çeyizler ziyaretçilere gösterilir. Ancak tüm bu hazırlıklar tamamsa Tammuz’un içeri girmesine izin verilir. 6000 yıldır bu evlilik töreni, o bölgede, bölge çevresinde ve Anadolu’da bu şekilde devam etmektedir. (Tammuz ve İnanna'nın kutsal evliliklerine dair, Tevrat'taki Süleyman'ın Şarkıları'na bakabilirsiniz.)
 
3-Selvi Agaci, Mezarliklar ve Tammuz:

Tammuz için metinlerde şöyle denir: “Bir yığın Haşur Ormanlarının arasında sen pırıl pırıl parlayan bir selvi ağacıydın ve senin bulunduğun yere sadece güneş gelebilirdi”. Sümer tapınaklarında Tammuz'un sembolü olarak selvi ağacı dikilirdi. Tammuz, sular tanrısı Enki’nin oğlu olduğu için, tapınaklarda aynı zamanda havuz, su kuyusu veya çeşme de olurdu. Bugün mezarlıklarda selvi ağaçlarının olmasının nedeni, selvi ağacının “ebedi hayat”ı simgeleyen 'hayat ağacı' olmasıdır. Tammuz gerçek anlamda hiçbir zaman ölmez; ebediyete sahiptir.

4- Noel Agaci:

Bir önceki maddede Tammuz hiçbir zaman tam olarak ölmez demiştim. Evet ölmez sadece derin bir uykuya dalar. Bu uyku, gecenin gündüze galip gelmeye başladığı tarihe denk gelir. Bu tarih gece ile gündüzün yıl içerisinde son kez birbirlerine eşit oldukları ekinoks tarihidir. Bu tarihten sonra gecelerin süresi, gündüzü geçer ta ki 21 Aralık’a kadar. 21 Aralık yıl içerisinde en uzun geceyi içerir. 21 Aralık'ta Güneş tanrısı Tammuz ‘ölür.’ 3 gün sonra ise gecenin kısalmaya gündüzün uzamaya başlamasıyla dirilir. Bu diriliş 25 Aralık’ta kutlanır ve bu kutlamalarda Sümerler, bugün noel dedikleri ağaçları kullanır. Ağaçtaki süsler, her türden meyveyi ve bereketi simgeler; ağacın kendisi ise Tammuz'dur.


5- Tibbin Sembolu:

Yukarıdaki örneklerde hayat ağacının kendisinin Tammuz olduğunu görmüştük. Hayat ağacına sarılı iki yılan Tammuz'un iyileştirici özelliğini tasvir eder. Günümüz tıp çevrelerinde yaygın olarak kullanılan yılan sembolünün kaynağı da yine Sümer'dir.


6- Domuzun Haram Olmasi:
Tammuz'un diğer adı -daha doğrusu bir başka söylenişi- Domuzi'dir. İnanca göre Tammuz ve onun bir sonraki versiyonu olan Adonis, vahşi bir domuz tarafından katledilir. Domuzu mitolojide günahkar,dinlerde haram yapan bilinçaltında yatan 'Tanrı katili' sıfatıdır. Ayrıca ekonomik açıdan, domuzun küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi ve dönemin şartlarınca yaz aylarında etinin sıcağa dayanamayarak çabuk bozulması da nedenler arasındadır.

7-Yere Dusen Ekmegin Opulmesi:
Ekmeğin kutsallığı Sabiilerden gelir. Tammuz'un bir başka versiyonuna tapan Sabiilere göre ekmek çok kutsaldı. Öyle ki, buğdayın toplanması ve öğütülmesi zamanında Sabiiler ağlardı. Çünkü bu tarihler, Tammuz'un öldüğü -derin uykuya daldığı- günlere denk gelirdi. Sabiilere göre, ekmek Tammuz'un etiydi. Tammuz, Sabiiler için ana geçim kaynağıydı. Bu nedenledir ki, bugün Anadolu’da hala ekmek yere düştüğü zaman öpülür ve başa konur, ekmek ve buğday kırıntısına basmanın büyük günah olduğuna inanılır ve ekmek bıçakla kesilmez. Çünkü, ekmek binlerce yıl önceki inanca göre bereket tanrısı Tammuz'un etiydi. Ekmeğe verilen önem bu coğrafyada hiç değişmedi. Elbette, Tammuz unutuldu, gitti. (Ek olarak, Sabiiler'e göre ekmek Tammuz'un eti dedik. Şarap da barış ve şarap tanrısı Dionysus'un kanıydı. Her ikisi de dönemin insanları için ana geçim kaynağıydı. Hristiyanların Efkaristiya'sını açıklamak için yeterli bir kaynak.)

8- Kurban Ritueli:
Sümer'de tanrıları sevindirmek, istekte bulunmak, hastalıktan kurtulmak ve adakta bulunmak için, hasta veya sakat olmayan bir hayvan kurban edilirdi. Kurbanları tapınak rahipleri keserlerdi. Kurbanın sağ kalçası ve iç organları Tanrılara takdim edilir, geri kalanı ise dağıtılırdı.


9-Ilk Tek Tanri: Marduk
Marduk, Babil kentinin tanrısıydı ve Sümer'deki Tammuz'un Babil versiyonuydu. Babil şehrinin güçlenmesiyle birlikte o da güçlendi. (Mitolojide tanrılar, doğdukları şehre bağlıydı. Şehir güçlendikçe o şehrin -ya da devletin- kralı, kendi tanrısını da güçlendirmiş ve yaygınlaştırmış oluyordu.) Marduk, M.Ö. 2000'de Kral Hamurabi tarafından Baş Tanrı olarak ilan edildi. M.Ö. 1600'lerde de Kral Buhtunnasr tarafından Tek Tanrı ilan edildi.Marduk Tanrıların Tanrısı konumuna gelince diğer 50 tanrı, kendi güçlerini Marduk'a verir. Her bir gücün, özelliğin de ayrı ismi vardır. Böylelikle, Marduk'un 50 kadar ismi olur. Marduk, kendisine güçlerini sunan tanrı ve tanrıçaları kendi hizmetine alır ve onlara sınırlı güç ve görevler atfeder. Böylelikle eski Sümer tanrıları, tek tanrının hizmetinde birer elçi, veli ve ilahi ögelere dönüşür. Babil'in zayıflaması ve Asur'un güçlenmesiyle Marduk'un Asur versiyonu ortaya çıkar: Devlete de ismini veren Asur tanrısıdır. Ve zamanla Kabala öğretisinde kendine yer edinen bu tek tanrı inancı, modern yapısına Tevrat ile kavuşur.

10-14 Subat Sevgililer Gunu:

Sevgililer günü günümüzden çok daha evvel Antik Yunan'da kutlanıyordu!Sümer'deki Tammuz-İnanna ve Anadolu'daki Attis-Kibele evlilikleri gibi Antik Yunan'da da Tanrıça Hera ile Tanrı Zeus'un kutsal evliliği yüzyıllardır kutlanıyor. Zeus genel olarak partnerlerini aldatan çapkın bir yapısı vardır ve bir gün şekil değiştirerek Hera ile birlikte olur. Aldatıldığı ve gururuyla oynadığı için Zeus'u sadece onunla evlendiği takdirde affedebileceğini söyler ve kutsal evlilik gerçekleşir. Antik Yunan'da Tanrıların Tanrısı olan Zeus evlenince Tanrıça Hera'da Tanrıların Tanrıçası olmuştur. Antik Yunan'daki Hera, Roma'da Juno ismini alır. Roma'da kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak bilinen Juno'ya duyulan saygı sebebiyle 14 Şubat tatil ilan edilir ve bu tarihte çeşitli ritüeller gerçekleştirilir. Böylelikle 14 Şubat, Antik Yunan tanrıçası Hera'nın sevgililere hediyesi olmuş oluyor.

11-Bas Ortusu:
Sümer’de, Babil’de (ve hatta erken Anadolu dönemlerinde bile) her genç kız evlenmeden önce tapınağa gider ve orada bir kere olmak üzere yabancı bir erkekle para karşılığı beraber olurdu. Bu parayı tapınağa bağışladıktan sonra tapınaktan ayrılabilir ve artık evlenebilirdi. Bu tür bir cinsel birleşme son derece kutsal sayılırdı (tıpkı Tammuz İnanna veya Kral-Baş Rahibe birleşmesinde olduğu gibi). Bunu yapmadan genç kız evlenemezdi. Asilzadeler bile kızlarını kendi elleriyle bu tapınaklara getirmişlerdir. Çirkin kızların kötü bir kaderi vardı; bazen kendileriyle beraber olacak bir erkek çıkması için yıllarca tapınaklarda beklerlerdi. Bunun dışında tapınak rahibeleri, bu kutsal fahişeliği sürekli olarak yaparlar ve tapınağa gelir sağlarlardı. Bu kadınların diğer kadınlardan ayrılması için, başlarının bir şalla örtülmesi zorunluydu. Bu örtü, artık o kadının evlenebileceği anlamına geliyordu. M.Ö. 1500 yıllarında Asur kralı, sadece evlenilebilir kadınların değil; evlenen ve dul kalan kadınlarında örtünmesini zorunlu kılmıştır. Böylelikle, üç büyük kutsal kitapta da geçen baş örtüsü adetinin kaynağının Sümerler olduğunu öğreniyoruz.

12-Kartal:
Sümer'de güneşin farklı farklı şekilleri vardır. Sabah, öğle, akşam güneşinin; yaz, bahar, kış güneşinin farklı farklı isimleri, simgeleri ve tanrıları vardır. Sümer'deki sabah güneşini de kartal simgeler. Sabah güneşiyle kartal; doğuşu ve yükselişi ifade eder. Kartal aynı zamanda batmayan güneşin temsilidir. Sümer'den günümüze kadar özellikle devletler tarafından bu simge kullanılmıştır. Kartal, pek çok devlet için gücün sembolü olmuştur.


13-Kutsal Sayilar:
Sümerliler, gökteki 12 burcu ilk kez keşfeden uygarlıktır. Sümerlilerin bir gün 12 saatten oluşuyordu ama 1 saatleri bizim 2 saatimize eşitti; yani toplamda yine 24 saatti. İsa’nın 12 havarisi, bu burçları temsil eder. Sümer inancına göre, burçlarda birer tanrı otururdu ve güneş tanrısı bu burçları ziyaret ederdi (her 2150 yılda bir güneş başka bir burca denk gelirdi ve Sümerliler bunu hesaplamışlardır). Bugün Yahudilikteki ve Hıristiyanlıktaki 7 kollu şamdan, Sümer’in meşhur ağacını ve yedi seyyareyi temsil eder. Tek tanrılı dinlerdeki cehennemin 7 kapısı, Sümer’in yer altı dünyasının 7 kapısı olmasından gelir. Sümerlerde sayı sistemi 10'luk değil; 60'lıktır. En büyük rakam 60, en büyük tanrının rakamı da 60'tır. Ay tanrısının rakamı ise, 30'dur. (Ay Dünya etrafındaki dönüşünü yaklaşık 30 günde tamamlar.).

Alinti
Kaynaklar: Muazzez İlmiye Çığ, 'Kuran, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni' Kaynak Yayınları